Türkiyeli performans sanatçılarını aynı çatı altında buluşturan Performistanbul’un kurucusu Simge Burhanoğlu ve Performistanbul sanatçısı Ata Doğruel ile konuştuk.
Performans sanatı ve gerçek hayat arasındaki bağlantıyı ve farkı merak ediyorum. Bu noktada Performistanbul’un kurucusu Simge Burhanoğlu’nun kapısını çalıp Gezi Parkı sürecindeki ‘duran adam’ı hatırlatarak sorumu soruyorum. O da kendi tanımlarıyla; “Performans sanatını gerçek yaşam gibi düşünebilirsiniz. Sadece gerçek yaşamdan ayrıldığı incecik bir çizgisi var. O da performansçının belirli bir konu üzerinde fiziksel ve zihinsel durumunu belirli bir zaman, belirli bir mekan içerisinde ortaya koyması. Yani gerçek yaşam içerisindeki çerçevesi belirlenmiş olan bir gerçeklik karesi” olarak anlatıyor.

” HER İHTİMALE HAZIR OLMALISINIZ, ÇÜNKÜ MALZEMENİZ BİR CANLI VE İNSAN. BU İŞİN ŞAKASI YOK, HER ŞEY O ANDA VE GERÇEK.”
Bu sanat dalı, insanların parasını ödeyip duvarlarına asabileceği, nesiller boyunca geleceğe aktarabilecekleri bir tablo değil. Performans sanatı değerini nasıl koruyor, nasıl satılıyor?
Bu çok önemli bir konu. Performans da diğer sanat disiplinleri gibi bir değer. Performansın da doğasına uygun şekilde satılması gerekiyor ki sanatçıların emeği karşılık bulsun ve bu disiplin sürdürülebilsin. Bu, ‘tekrar gerçekleştirme hakkı’nı satarak sağlanmalı. Performans sanatının doğasına uygun bir şekilde, performansın fikrinin tüm gerçekleştirme şartlarının yazdığı bir anlaşma ile işi kişi kâğıt üstünde sunmak ve yazan şartlara göre tekrar hayata geçirmek demek. Performansın fotoğrafı ya da videosu, performans sonrası ortaya çıkan bir dokümantasyondur, performansın kendisinin satışı değildir.
‘Tekrar gerçekleştirme hakkı’ satın alan oldu mu?
2018 yılında Türkiye’de ilk defa değerli bir koleksiyoner, koleksiyonuna canlı sanatı ekledi! Yani materyalist yaklaşımın önüne geçerek fikrin öneminin altını çizmiş oldu. Performansın fikrinin gerçekleştirme şartlarının yazdığı, tekrar hayata geçirildiğinde de yazan şartlara göre yapılmak üzere bir anlaşma yaptık ve işi kâğıt üstünde tanımlayarak altına birlikte imza attık. Bu öncü yaklaşımın kapıyı açmış olmasını diliyoruz.
Her şeyin anda kalması ve geride kalıcı bir şey bırakmamak sanatçıya nasıl hissettiriyor?
Güçlü hissettiriyor, sürece odaklandırıyor. ‘İşte bu performans sanatı’ dedirtiyor. Eseri görmek, elle tutmak ve başkalarına gösterebilmek arzusundan kurtulmalı. Aslında deneyimin kendisi, hafızadaki etkisi, bedendeki, alanlardaki, toplum üzerindeki etkisi kalıcı oluyor. Burada sürecin varlığına, zamana saygı duymak gerekli. İşin kendi süreci kadar var olduğunu kabul etmek ve canlı olarak yaşamasına izin vermeli.
Bir de Performistanbul Canlı Sanatları Araştırma Alanı var. Bu nedir?
Türk çağdaş sanat tarihine baktığımızda performans üzerine birçok iş yapılmış; ancak çoğunun kayıtları tutul(a)mamış, süreçte kaybolmuş ya da ulaşılamaz haldeler. Bu durum alanda bir kısır döngü yaratıyor. Geçmişte neler yapıldığını bilmeden günümüzde üretilen işler zayıf ve alt yapısız kalabiliyor veya istemsiz bir tekrara düşüyor. Halbuki tarihteki işler incelenebilse, yeni üretimler üzerine eklemlenerek günümüze uygun yeni içerikler/diller ortaya çıkarılabilir. Çok az sayıda enstitü ve koleksiyon bu alanı daha görünür hale getirip canlı tutabilmiş. PCSAA, Türkiye’nin ilk canlı sanat kütüphanesi ve arşivi olmayı hedefliyor. Uluslararası canlı sanat arşivi, dokümantasyonu ve yayınlarının bulunacağı, performans sanatı alanında araştırma ve yeni çalışmalar yapılabilmesi ve en önemlisi de bu yüzyıla uygun yeni dillerin keşfedilebilmesi için uzun vadede 7.000 üzerinde kaynak sunarak canlı sanatı daha geniş kitlelere ulaştırmayı amaçlıyor. Ayrıca sunulan kaynaklar sayesinde üniversitelerde performans sanatına yönelik derslerin, bölümlerin açılmasını sağlamayı diliyoruz. Bir de dijital platform üzerinden hayata geçirdiğimiz Performistanbul Yayınları ile yabancı dilde yayımlanan performans sanatı üzerine seçilmiş yayınların Türkçe’ye çevrilmesini sağlayarak bu alanda yeni yayınları Türkiye’de performans sanatı literatürüne kazandırmayı ve bu alanda içerik üretilmesini desteklemeyi diliyoruz.
Performistanbul sanatçısı – Ata Doğruel
İzleyen ve sanatçı açısından performans sırasında kim tükenir, kim tüketir?
Güzel soru. Bir örnek üzerinden gidelim.
Performistanbul ile beraber gerçekleştirdiğim ‘İHTİYAÇ: SEN’ dahilindeki aralıksız 28 gün süren ‘tevazu’ isimli performansımda, süreç boyunca yemek yeme eylemimi seyirciye bırakmıştım.
Performans boyunca konuşmadığım için mekânın yarısını siyah yarısını da beyaza boyadığım duvarına şu notu yazmıştım; ’28 gün boyunca siz beni beslemediğiniz sürece yemek yemeyeceğim. Eğer siyah taraftaysam açım, beyaz taraftaysam tokum demektir’
Bu performansta bazen öyle zamanlar oldu ki; tam aç olmadığım halde siyah tarafa geçiyor ve birilerinin beni beslemesini bekliyordum. Seyirci ile bir bağ kurmak istiyor ve belki de onların haberi olmadan izleyicileri tüketiyordum . Bazen de öyle zamanlar oluyordu ki, arka arkaya gelen (7-8 kere) bazı seyirciler de odada uzun vakitler geçirerek, siyah tarafa geçmemi bekliyor ve beni beslemek istiyorlardı. Bu da psikolojik bir yorgunluğa sebep olabiliyordu. Belki de onlar da bağ kurmak istedikleri için beni tüketiyorlardı o vakitlerde. Genel olarak farklı zamanlarda ve farklı eylemlerle iki tarafın da birbirini tüketişi söz konusu. Bu iş çok duygusal ve insan ilişkisine dayalı bir iş. Bu yüzden klasik anlamda bir sanat eseri ve sanat eseri tüketicisi bağlamında düşünmek yanıltabilir.
Performans sanatı ile oyunculuk arasında bir ilişki var mı?
Oyunculuk ile arasındaki bağ bedeni kullanmanın ötesine gidemez diye tahmin ediyorum. Performans sanatını, performans sanatlarından ayıran en temel fark provasız olmasıdır. Performans doğası itibariyle tiyatro, dans, oyunculuk gibi alanlardan keskin bir biçimde ayrılıyor aslında. Burada her şey gerçeklik üzerine kurulu. Oyunculukta hayatın bir parçası sergileniyorsa, performansta hayatın direkt kendisinden bir bölüm sergileniyor.
Performansı olmasından daha erken sonlandırmak istediğin oldu mu hiç?
Hiç olmadı. Performanslarımda genel olarak izolasyon ve dayanıklılık gerektiren eylemler üzerinden ilerlesem de bunlar benim için aslında eziyet gibi gelmiyor. Aksine severek yapıyorum. Keyif alıyorum. O an dünya üzerinde sadece orada olmam gerektiğini hissediyorum. Başlarken de, süreç içerisinde ya da performans biterken de hissettiğim şey; sanatsal ifademi gerçekleştirmenin verdiği saf bir haz oluyor. Süreçte yaşanan her ne olursa olsun her şeyi performansın doğal bir parçası olarak ele alıyorum. Bu yüzden sürpriz ne olursa olsun performansı sonlandırmayı gerektirecek bir durum görmüyorum.
Performanslarında bize ne sormak istiyorsun?
Aslında ne yaptığım hakkında benim bile çok bir fikrim yok. O yüzden ne sormak istediğimi de pek anlayabildiğim söylenemez. Deneysel bir alan. Deneyimsel süreçler. Ama genel olarak sorularımın hayat hakkında olduğunu hissediyorum.
Şehrin dildeğin yerinde performans gerçekleştirebileceğin söylense nereyi seçer ve nasıl bir performans yapardın?
Çok zengin olduğum ve milyonlarca doları çarçur edebileceğim bir durumu hayal ediyorum. Her sene düzenlenen Contemporary İstanbul Fuarı’ndan hemen önce, İstanbul genelinde 40 farklı dilenciye 40’ar bin dolar veriyorum. Dilenciler hiçbir yönlendirme olmadan fuara gidecek ve her biri kendi seçtiği bir eseri satın alacak. Daha sonra FSM Köprüsü’nü kapatacağız ve her bir dilenci seçtiği eseri köprünün ortasına getirip koyacak. Ben, 40 dilenci ve bir kamera eşliğinde bu eserlerin üzerine benzin dökeceğim. Dilencilerden en yaşlı olanı o yığını ateşe verecek. Ve hep birlikte, o dilencilerin sıradan bir İstanbul akşamında yaptıkları gibi, o ateşin etrafında ısınacağız. Video kaydını ertesi gün YouTube’a şu başlıkla koyacağız: ‘Günün Sonunda Sanat’